21 Şubat 2014 Cuma

Yaşamaya Dair


             Bu hafta çarşamba günü harika bir şey yaptım. Ne mi yaptım? İki büyük sanatçının sahnede buluşmasını izledim. İki ölümsüz sanatçı: Biri memleket hasretiyle yanan ve hala buzul diyarlarda yatan, yüreği Anadolu'da çarpan kocaman kalpli Nazım Hikmet diğeri ise, Şairin şiirlerini Anadolu'nun heryerinde gezdiren, o güzelim sesiyle seslendiren tıpkı Nazım gibi kocaman kalpli büyük usta Genco Erkal. Eee sahneye Nazım çıkarda Piraye çıkmaz mı? Nazım'ın büyük aşkını canlandıransa muhteşem sesli Tülay Günal. Nazım'ın şiirlerini besteleyen Zülfü Livaneli ve Fazıl Say ise şarkılarıyla renk kattılar ve o şarkıları Tülay Günal, dupduru pırıl pırıl sesiyle ne kadar güzel okudu. Geçen yıl Ben Bertholt Brecht oyununu izlemiştim Genco Erkal yine Tülay Günal'la birlikteydi ve o oyun da süperdi. Bence muhteşem bir ikililer. İyiki bir araya gelmişler, iyiki bu oyunu yapmışlar ve ben iyiki bu oyunu izledim ( valla burada kendimi çok içten tebrik ediyorum). Oyun bittiğinde salon alkıştan yıkıldı diyebilirim. Elim sakat olmasına rağmen canım yana yana alkışladım, tabi ki ayakta.
             Murathan Mungan "Şairin Romanı" kitabında bir ülkeden bahseder. Öyle bir ülkedir ki burası şairler baş tacı edilir. Kahvelerde şiirler okunur. Öyle alelade insanlar okumaz şiirleri; şiir okumakta usta kişiler okurlar. İşte bu nedenle bu ülkede şairlerden sonra en çok değer verilen kişiler şiir okuyucularıdır. Tabiki ülkede en önemli etkinlik şiir dinlemeye gitmektir. Halk yeni şairleri keşfetmekten ve yeni şiirler duymaktan çok büyük keyif alır. Hatta öyleki bu ülkede cinayetler bile şiir uğruna işlenir. Bu kitabı okurken adeta kendimden geçmiştim. Çok severim ütopyaları, bu da okuduğum en güzel ütopyalardan biriydi. Böyle bir şiir ülkesini de yazsa yazsa ancak bir şair yazardı ve nitekim öyle oldu. İşte bu oyunu izlerken ben kendimi o ülkede hissettim. Seyirciler o ülkenin halkıydı (o kadar saygı duyuyorlardı ki gördüğüm en muhteşem seyirciydi diyebilirim), Nazım o ülkenin şairi,  tabiki Genco'da şiir okuyucusuydu ( ama ne okuma, okuma değil yaşamaydı bence).
               Sahnede ise tüm dugular vardı, üzüntü,heyecan,sevgi, korku, merak...Yaşamın klasik sorunları da sahnedeydi: Geçim derdi, Türkiye şartları, politika, hava durumu, hastalıklar, yorgunluklar ve tabiki bitmek tükenmek bilmeyen bekleyişler... En önemlisi sahnede bir de zaman vardı ve saat tam 21'i gösteriyordu. Çünkü saat tam 21'den 22'ye kadar Nazım, Piraye'yi düşünüyordu ve Piraye saat tam 21'de Nazım'ın kendisini düşündüğünü biliyordu. Ne muhteşemdiler, saat tam 21'de, her ikisi de...
              Nazım Hikmet'in ölümünün 50. yıldönümü için hazırlanmış bu oyun,  Nazım'ın Bursa Cezaevi'nden gönderdiği mektuplarla başlar  ve sürgünde geçirdiği yıllarla devam eder. Son şiirleri ise Varna'dan gelir. Sahneden buram buram özlem kokuları gelir, memleket hasreti gelir ve dinelemeye doyamayacağınız şiirler gelir.
             Bence şiir nasıl sanatsa şiir okumakta sanat. Genco Erkal'da bu sanataın en iyi ustalarından. Şiiri dinlemek değil, şiiri yaşamak istiyorsanız bu oyunu kaçırmayın derim.
              Şiirden bahsedip şiirsiz bitiremem bu yazıyı. İyiki yaşamışsın, Nazım iyiki yazmışsın bu şiirleri yoksa şimdi ne yapardık biz... Ahhhhh başıma çok büyük dert aldım. Hangisini yazayım şimdi... Seni sevdiğim için bende bahtiyarım sevgili Nazım...

 Bugün Pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...



            

0 yorum:

Yorum Gönder