26 Mart 2017 Pazar

Doğal Saç Bakımı / 3. Hafta


         Geçen hafta sonu farenjit larenjit ve bilumum hastalıkların pençesinde kıvrandığım için saç bakımı yapamamıştım. Bu hafta sonu tam iyileşmemekle birlikte saç bakımını yapıp kendimi mutlu edeyim bari dedim. Zaten hastayım bari bakımla şımartayım dedim ( şu hayatımızda nedense en az kendimizle ilgileniyoruz).



         Bir saatlik yürüyüşümün hemen ardından yağlarımı hazırladım: Geçen haftayla aynı yağları hazırladım; yani zeytinyağı ve argan yağı. Birkaç hafta üst üste denersem sanki daha sağlıklı sonuç alacağım, diye düşündüm. Argan yağım bitene kadar da bu ikiliyi saçımda kullanmaya karar verdim. Bir kapta bu iki yağı karıştırdım ( tamamen göz kararı koydum). Saç diplerime parmaklarımla yedirdim. Sonra bir tarakla saçlarımı taradım. Saçlarımı tepemden tokayla tutturup, iki üç saat bekledikten sonra da az şampuanla yıkadım.


          Dolabım çeşit çeşit yağlarla dolu. Hani minimal yaşama geçmeyi düşünüyorum ya dedim teker teker bitirip bu yağları dolabımı rahatlatayım. Hangisi saçlarıma daha iyi gelecek diye denemişte olurum.

          Şu ana kadar çevremdekilerden saçlarımla ilgili hiçbir yorum almadım. Demek ki yaptığım bakım gözle görülür bir etkiyi henüz yaratmıyor. Eğer çevremdekiler saçlarımı fark ederse doğru yoldayım diyeceğim. Fark etmezse yağlar bittikten sonra bu duruma bir son vereceğim. Benim şu ana kadar fark ettiğim ise şu oldu: Daha yumuşak, daha parlak ve daha hacimli saçlarım oldu (hacim konusunda zaten sıkıntım yoktu). Sanki elektriklenme biraz daha azaldı. Şimdilik gözlemlerim bunlar. Sevgiler...

25 Mart 2017 Cumartesi

Çılgın ve Özgür


         Hıfzı Topuz'un okuduğum ikinci kitabı Çılgın ve Özgür oldu. Daha önce Gazi ve Fikriye'yi okumuştum.

          Çılgın ve Özgür Neyzen Tevfik'in hayatının anlatıldığı bir kitap. Akıcı bir dili olduğu için kısa zamanda bitiriverdim kitabı. Biyografi okumayı seviyorsanız bence siz de bu kitabı okumalısınız.


            Neyzen Tevfik 1879 yılında doğup 1953 yılında vefat etmiş. Yaşamında Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemini Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk iki dönemini görmüş. Hayatı boyunca özgürlükleri kısıtlayan insanlardan nefret etmiş. Bu nefretini de şiirlerinde gayet küfürlü bir şekilde dile getirmiştir.

       Yazar da Neyzen Tevfik'le tanışmış. Kitabının son cümlesinde ben Neyzen'i çok sevdim, demiş. İlginçtir, Neyzen Tevfik'i yaşamı boyunca sevmeyen yok gibi neredeyse. Korkunç bir hayat yaşamasına rağmen ( sürekli içen sokaklarda sızan bir insan olmasına rağmen) toplumun en saygın edebiyatçı, yazar, siyasetçi ve bilim insanları hep Neyzen aşığı olmuşlar.


       Yaşamı boyunca sık sık hastaneye yatan Neyzen'e koyulan teşhis ise; dipsomani yani alkol bağımlılığı. Yattığı hastanelerde de hem doktorların hem de hastaların büyük sevgisini ve saygısını kazanıyor.


        Hayatı boyunca dindarlardan ve yobazlardan nefret ediyor. Tam bir Atatürk hayranı, en övgü dolu şiirlerini Atatürk için yazıyor. Geri kalan tüm siyasetçilere ise eğer yolsuzluk yapıyorlarsa en ağır küfürlü şiirlerini yazıyor.


         Kitapta e çok güldüğüm bölüm ise içkiyi bırakıp kendini yemeğe verdiği kısım oldu.  O kadar çok yiyormuş ki çevresindekilere şöyle söylüyormuş: " Pilav üstü tavuğu izlemek Rafael'in tablolarını izlemekten daha keyifli. Vişne hoşafının rengini hangi tabloda bulabilirsin? Bir yumurtayı, El Hamra Sarayı'na değişmem."


      Sultan Abdülhamit döneminde başlayan hayatı Adnan Menderes zamanında bitiyor. Atatürk'ün inkılaplarının da sonsuz destekçisi oluyor. Nazım Hikmet açlık grevindeyken düzenlenen imza kampanyasına ilk imzayı atanlardan biri de Neyzen'dir. Hayatı boyunca haksızlıklara başkaldıran bir insan oluyor. Bu yönleriyle benim de sevgi ve saygımı kazandı. Ben de Hıfzı Topuz gibi Neyzen'i çok sevdim.


      

          İlginç olan şey ise toplumun en yüksek kademesiyle en alt kademesindeki insanlarla çok iyi dostluklar kuruyor. Bu iki kademeyi aynı sofrada bir araya getiren yine Neyzen oluyor. Beyoğlu'ndaki meyhanelerde masasında hem edebiyatçılar hem de hamallar  birlikte oturup içki içmeyi seviyor.


        Eğer biyografi okumayı seviyorsanız ve Neyzen'i merak ediyorsanız, Hıfzı Topuz'dan okumanızı tavsiye ederim.




21 Mart 2017 Salı

Kuşlar Yasına Gider

            Hasan Ali Toptaş'ın okuduğum üçüncü romanıydı. Bu romanla gönlümü üçüncü kez fethetti. "Acaba Türk yazarları daha çok mu seviyorum?" sorusu kafamı meşgul ederken birden aklıma Milan Kundera, Marquez gibi yazarlar geliyor. Sonra "yok yok gönlüme dokunan her yazarı seviyorum" diyorum.

 
 
                  Uzun zamandır okuduğum konusu en sıcacık kitap bu oldu derim. Az önce bitirdim kitabı, tüm duygularını hala üzerimde taşıyorum. Bir yandan bitirmenin verdiği üzüntüyü yaşarken bir yandan da kitaptaki babayı kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorum. Denizli'li bir aile ve iki oğuldan bahsediyor kitap. Yazar da Denizli'li acaba kendi ailesi mi derken ilerleyen sayfalarda yazar cevabımı veriyor.
 
 
             Tek kelimeyle nasıl anlatırsın diye soracak olursanız: "Sıcacık" diye cevap veririm. Hikaye öylesine içten, öylesine bizden, öylesine sıcak ki okurken adeta yazarla birlikte ben de yaşadım. Defalarca yazarla birlikte Ankara Denizli arasında araba kullandım. Hiç gitmediğim bu yolu şimdi gidebilirim diye düşünüyorum. Hatta mutlaka Gömü'den yavaş geçerim. Bu kitabı okuyan her Hasan Ali Toptaş okuru bundan sonra Gömü'yü yavaş geçecektir.
 
 
             Kitabın anlatıcısı Aziz'in yazar olan oğlu. Kitabın konusu ise yıllarını şoförlüğe vermiş Aziz. Gece gündüz direksiyon sallamaktan çocuklarının büyüdüğünü görememiş. En acısı ise oğlu Suat'ın ölümünden de çok sonra haberi olmuş. Yaşamının son günlerinde bunun vicdan azabını duyar ve sık sık ağlar.
 

             Bu kitabı okurken kendinizi türkü dinlerken bulursanız şaşırmayın. Hiç duymadığım sanatçıları duydum yazar sayesinde ve de dinledim. Benim gibi türkü severseniz sizin de hoşunuza gidebilir. Kitapta kullanılan Denizli ağzı ise romanı daha da gerçekçi kılmış. Yaz tatillerim Ege'de geçtiği için kitaptaki konuşmalar aşina olduğum konuşmalardı.


         Kitapta özellikle ecel atı ve bir görünüp bir kaybolan beyaz gömlekli çocuk ( ben bu kişinin ölen Suat olduğunu düşünüyorum) beni çok ama çok etkiledi. Görülen rüyalar, bu rüyalarla ilgili alınan tedbirler benim ailemde de olduğu için ( ki hepimizin ailesinde vardır, hepimiz Anadolu çocuğuyuz) hikaye bana çok daha yakın geldi. Sanki ailemden biri bunu anlatıyormuş gibi geldi. Hasan Ali Toptaş'ı o kadar yakın hissettim kendime. Kendisiyle tanışmayı ve sohbet etmeyi çok isterdim.

 
        Kitabın son derece sade ve akıcı bir dili var. Elinize aldığınızda sayfaları nasıl çevirdiğinizi bile anlamıyorsunuz. Sizi hemen saran ve içine çeken bir hikayesi var. Eğer okumadıysanız Hasan Ali Toptaş'ı mutlaka okunacaklar listenize eklemenizi tavsiye ederim.

13 Mart 2017 Pazartesi

Berci Kristin Çöp Masalları


          Latife Tekin okumadıysanız mutlaka bu kitabından okumaya başlayın derim size. İkincisi ise Sevgili Arsız Ölüm kitabı olsun. Ben her iki kitabı da büyük keyifle okudum.

          Masalsı, zaman zaman gerçek üstü öğeler içeren kitaplarını okurken sanki tekerleme söylüyor gibi bir hisse kapılabilirsiniz. Bu his her iki kitabı için de geçerli.


       Kitap bir çöplüğe bir gece içinde kurulan gecekondu mahallesini ve bu mahallede yaşayan insanları anlatıyor. Önce yıkımcılarla mücadele eden mahalle sakinleri daha sonra sanayi fabrikalarının atıklarıyla mücadele eder.



        Yazar bu kitabında; hayat kadınlarından, derviş dedelere; kumarbazlardan mafyaya, muhtar adaylarından fabrika bekçilerine ve sahiplerine kadar pek çok kahramanı anlatır.


         Kitabın arka kapağında Mehmet Fuat'ın Latife Tekin için söylediği sözler çok hoşuma gitti. Aynen yazıyorum:

           " Bu 'Cinli Kız' Türkiye'de yaşayan insanların çok kalabalık bir kesiminden seçtiği kişilerin inançlarını, tutkularını, sevgilerini, boş inançlarını, sürekli didişmelerini anlatırken, neredeyse ülkemizdeki  ' akla aykırı' yaşama biçiminin nedenlerini de sergiliyor."



12 Mart 2017 Pazar

Doğal Saç Bakımı / 2. Hafta


           Bugün pazar ve saç bakımı günüm. Saç bakımı konusuna geçmeden önce başka bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum: Minimalist Yaşam. Günlerdir internetten bununla ilgili yazılar okuyorum. Dünya'ya karşı anti kapitalist bir duruş olması çok hoşuma gitti. Kapitalist dünyamızdaki TÜKET,TÜKET, TÜKET, HEP TÜKET karşıtı ÜRET diyen, sadece ihtiyacın kadarını tüket diyen bir yaşam. Bununla ilgili yakında bir yazı yazmayı düşünüyorum.

          Şimdi gelelim saç bakımımıza. Okuduğum yazılar hep sade yaşa, sade tüket gibi yazılarla doluydu. Ben de bugün saç bakımımı öyle yaptım. Bir çok yağı birbirine karıştırmak yerine sadece iki yağı birbirine karıştırıp saç diplerime ve saçlarıma sürdüm: Zeytinyağı ve Argan yağı. 😄😄

      

          Geçtiğimiz yaz saçıma sadece zeytinyağı bakımı yapmıştım ve çok da memnun kalmıştım. Hani şu avakado, jojoba, argan yağı gibi menşei yurt dışı olan yağlar aslında bize dayatılan kapitalist oyunlar mı ( hepten paranoyak oluyorum galiba)?

        Hani iklime göre bitki örtüsü oluşur ya. Bizim de o iklimlerde doğmamız o bitki örtüsünün bize daha iyi gelmesi anlamına geliyor mu acaba ( kafamda deli sorular) ? Hımm bununla ilgili de araştırma yapmam gerekir bence. Belki bizlerin saçına ve cildine zeytinyağı iyi geliyordur, Afrika'da doğan kişilere de Argan yağı iyi geliyordur. Olamaz mı olabilir ( Bülent Ortaçgil'e sevgilerle). 😄


         Neyse sonuç olarak ben o yağları aldım mı? Aldım. O halde kullanacağım ya da başka bir deyişle TÜKETECEĞİM.

         Şöyle bir program yaptım her hafta iki yağı karıştıracağım ve saçlarımdaki değişime odaklanacağım. Hangisi daha iyi geliyorsa bundan sonra o yağları kullanacağım. Bazı internet sitelerinde bazı yağları inceltmek için zeytinyağıyla karıştırmak gerektiği yazıyordu. Ben de bu bilgiye dayanak süreceğim her yağa mutlaka zeytinyağı katmaya karar verdim ( çünkü inceltilmesi gereken yağların neler olduğunu bilmiyorum).

       Her yazımın altına da o hafta yaptığım bakımdan memnun kalıp kalmayacağımı yazacağım ( bu bir nevi kendime not olacak). Çünkü her saça her yağ uygun değil, bana iyi gelmesi bir başkasına da iyi gelmesi anlamına gelmiyor. Sizler de kendi deneyimlerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim. Sevgilerimle...

8 Mart 2017 Çarşamba

Yedinci Gün

      İhsan Oktay Anar okumadıysanız mutlaka okuyun diyerek yazıma başlamak istiyorum. Yazarın Galiz Kahraman adlı kitabı haricinde diğer bütün kitaplarını okudum. Hepsini de çok ama çok sevdim.
            
 
         İhsan Oktay Anar'ın kitapları bana hep masal gibi gelmiştir. Büyüklere masallar. Kitapları genelde Eski İstanbul'da geçer. Kahramanlarından birinin ismi de hep İhsan olur. Bu kitapta da iki İhsan var. Biri baba İhsan Sait diğeri ise oğul Ali İhsan.
          Okuduğum son kitap Huzursuzluk'tu ve son cümlesinden ise evrenin altı günde yaratıldığı yedinci gün ise dinlenmeye geçildiği yazmıştı. Oradan hareketle ben de yedinci gün kitabına başladım.         
 
  Yazarın en dikkat çekici yanı Osmanlıcaya hakimiyeti. Eski Osmanlı hikayelerini anlatırken de bu dilden fazlasıyla yararlanır. Yanlış anlaşılmasın ben Osmanlıca bilmiyorum ama kitaplarını okuyabiliyorum. Yazarın diğer bir özelliği ise mizahi bir dille hikayelerini anlatması ( bazı yerleri okurken tebessüm edebilir, bazı yerlerde kahkaha dahi atabilirsiniz). Bir diğer özelliği ise hikayelerini büyülü bir gerçeklikle anlatması.
 
 
Ege Üniversitesi'nde Felsefe profesörü olan yazarımızın hikayelerinde filozofları da görebilirsiniz ( felsefeci olması ayrıca sevmeme neden olan bir özelliktir). Eğer daha önce hiçbir kitabını okumadıysanız Puslu Kıtalar Atlası adlı kitabıyla okumaya başlamanızı tavsiye ederim.
 

6 Mart 2017 Pazartesi

Akademi Kitabevi


        Akademi Kitabevi; Kadıköy'de çok sevdiğim bir kafe . Caferağa mahallesinde bulunan kafemiz, hem ders çalışmak isteyen öğrencilerimiz için hem de kitap gazete okuyan kişiler için ideal bir mekan.


          Özellikle alt kat çalışma odası gibi. Arkadaşlarla birkaç defa orada oturduk  baktık herkes sessiz sessiz ders çalışıyor, rahatsız etmeyelim diye yukarı kata çıkıp orada oturduk. Alt katta bulunan bahçe de yine öğrenciler tarafından çalışma odası olarak kullanılıyor. İşte bahçesi:


        Yine alt katta bir de geniş kütüphanesi var. Bu kütüphane grup toplantıları ve çalışmalar için de kullanılıyor. Mesela en son gittiğimde bir grup orada tiyatro çalışıyordu ( sanırım tiyatroydu emin değilim). Kütüphaneyi merak edenler için fotoğrafını ekledim:


         Ben gittiğimde genelde üst katı tercih ediyorum. Kitaplarla iç içe olmak bana çok iyi geliyor. Bir de bu katta,  rahat rahat sohbet edebiliyorum.


         Yeni sanılsa da bu kafenin tarihi 1970'li yıllara kadar dayanıyor. O zamanlar Nişantaşı'nda olan bu kafenin müdavimleri ise dönemin ünlü yazar ve şairleriymiş. Kafenin en sevdiğim köşesi ise işte burası:


         Bugüne kadar orada hiçbir şey  yemedim. Yiyeceklerle ilgili herhangi bir yorum yapamayacağım ama kahvesi ve çayı çok güzeldir. Tavsiye ederim.

5 Mart 2017 Pazar

Doğal Saç Bakımı


            Uzun süredir saçlarımı uzatıyorum. Uzun saçı çok seviyorum. Saçlarım güzel uzadı uzamasına ama dökülmeye başladı. Doktora gidecek kadar yoğun bir dökülme yok ( hani saç kıran gibi değil, hatta ciddi seyrelme de yok). Böyle olunca internetten araştırmalar yapmaya başladım.

         Cilt bakımı için aldığım yağların saç için çok faydalı olduğunu görünce uygulamaya başladım. Hem dökülme çok azaldı hem de saçlarım yumuşacık oldu. O yumuşaklık yaklaşık bir hafta kadar da sürüyor. Söz de her hafta uygulayacaktım ama ne yazık ki çok yoğun olduğum için ayda en fazla iki kere uygulayabiliyorum.

        Gelelim kullandığım yağlara:

  •          Zeytinyağı

  •         Avakado Yağı

  •        Jojoba Yağı
  •     Tatlı Badem Yağı
  • Argan Yağı
        İnternette bunun farklı seçenekleri de var. Bence siz araştırıp kendinize göre farklı yağları karıştırabilirsiniz. Mesela; hint yağı, çam yağı, hindistancevizi yağı... gibi.

        Ben bir tabakta bunları göz kararı karıştırıyorum. Saç diplerime sürüyorum. Son kalan kısmı saç uçlarıma iyice yediriyorum. Son olarak kalın dişli bir tarakla tarayıp toplayıp toka takıyorum. Yine bazı sitelerde nemli sıcak havlu ya da boneyle sarmak gerektiği yazıyor. Ben bunların hiçbirini yapmıyorum. Bu şekilde üç dört saat bekliyorum, sonra da saçlarımı bol ılık suyla az şampuanla yıkıyorum.

        Her saça her yağ uygun değil. Bence deneme yanılma yoluyla herkes kendine uygun bakım kürlerini oluşturabilir. Ben araştırmaya ve farklı seçenekler uygulamaya devam ediyorum. Size de tavsiye ederim.

     

3 Mart 2017 Cuma

Huzursuzluk

          Simurg kitap grubumla bu ay Zülfü Livaneli'nin iki kitabını seçmiştik: Bunlardan biri Konstantiniyye Oteli'ydi diğeri ise Huzursuzluk romanıydı.



        Livaneli'nin okuduğum kitapları arasında en sevdiğim ikinci kitap Huzursuzluk oldu. Hani tek kelimeyle nasıl anlatırsın? diye sorsanız: "Sarsıcı" derim. Hakikaten okurken sarsıldım. Hikayesi sarstı, girişi sarstı. Zaman zaman gözlerim dolu dolu okudum. Giriş kısmındaki bölümü sizlerle aynen paylaşmak istiyorum:

        "Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar.
 
Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur."


       Bu girişi okuduktan sonra kitabı elinizden bırakmanız mümkün olmuyor. Hikaye o kadar sade ve sürükleyici ki nefes almadan okuyorsunuz.

       Gelelim kitabın konusuna. Ezidi bir kadın olan Meleknaz ile Müslüman bir genç olan Hüseyin'in aşkını anlatıyor. Meleknaz IŞİD'liler tarafından esir alınmış defalarca tecavüze uğramış ( Ezidi kadınları Müslüman yapmak için en az on Müslümanın onlara tecavüz etmesi gerekiyor), hamile kalmış ve kör bir kız çocuğu doğurmuştur. Bir Ezidi, Müslüman kılığına girip esir pazarında gidip Meleknaz'ı ve iki kız kardeşi satın alıp (!)  özgürlüğüne kavuşturuyor. Türkiye'ye kaçan Meleknaz orada ki mülteci kampında Hüseyin'le tanışıyor ve birbirlerine aşık oluyorlar.


        Kitabı anlatan kişi Hüseyin'in çocukluk arkadaşı olan ve İstanbul'da gazetecilik yapan İbrahim'dir. Okumak isterseniz diye kitabın anlatımını burada bırakacağım.

         Daha önce Mağma dergisinde Ezidiler konu edilmişti. Tarihte en fazla katliama uğrayanlar Ezidilermiş. Okuyunca tüylerim diken diken olmuştu. Son katliamı ise IŞİD yaptı.

       Kitapta gerek Nergis'in ( Ezidi küçük kız 8 yaşında) gerekse Hüseyin'in ölmeden önce söyledikleri söz içimi burktu: "Ben bir insandım." Özellikle "acımak ve "merhamet" duymakla ilgili çok iyi sorgulamalar var kitapta.

        Sizlere tavsiyem bu kitabı,  "mutlaka okunacaklar listesi"ne eklemeniz. Allah Ezidiler de dahil herkesi zalimlerden korusun.

2 Mart 2017 Perşembe

Doğal Roll On


             Uzun süredir internette doğal ürünleri nasıl yapabilirim diye araştırmalar yapıyordum. Özellikle annem meme kanseri olduktan sonra bu tür konulara daha çok ilgi duymaya başladım. Sonunda bugün ilk doğal roll-on'umu yaptım.

          Aslında insan cildiyle de beslenirmiş. bu yüzden "yemediğiniz şeyleri cildinize sürmeyin" sloganından hareketle ben de üretimime başladım.

          Önce doğal roll-on için malzemeleri sıralayayım ( bunları internette de bulabilirsiniz):
  • Mısır Nişastası

  • Doğal Hindistancevizi Yağı ( üzerinde doğal, organik yazıyor ne kadarı doğru bilemiyorum artık)

  • Karbonat

  • Lavanta yağı ( siz başka kokulu yağ kullanabilirsiniz. Benim evde lavanta yağı olduğu için ben koku versin diye bunu kullandım)

          Gelelim yapılışına:

          Bir yemek kaşığı mısır nişastası, bir yemek kaşığı hindistancevizi yağı ve yarım yemek kaşığı karbonatı ekledim.



             Sonra bir tavanın içine sıcak su koydum ve hazırladığım malzemeyi cam kavanozun içine alıp sıcak suyun içinde karıştırarak erimesini sağladım.


              Son olarak da eriyen karışımın içine on damla kadar lavanta yağı damlattım ve buzdolabına kaldırarak soğumaya bıraktım.


             Beni bilenler bilir. Her gün düzenli olarak yürüyüş yaparım. Her yürüyüşten sonra da doğal olarak duş alıyorum ve roll-on kullanıyorum. Yani her gün düzenli olarak bilmediğim kimyasalları koltukaltlarıma sürüyorum.

           Yarından itibaren kendi üretimim olan ve tamamen doğal olan bu karışımı koltukaltlarıma süreceğim. Memnun kalırsam yine buradan sizlerle paylaşacağım. İnternetten takip ettiğim kadarıyla pek çok kişi kullanıyor ve gayet de memnunlar. Ne diyeyim darısı başıma...

1 Mart 2017 Çarşamba

Paris ve Londra'da Beş Parasız

         George Orwell'in okuduğum dördüncü kitabı bu oldu. Daha önce Hayvan Çiftliği, 1984 ve Boğulmamak İçin kitaplarını okumuştum. 1984 ve Hayvan Çiftliği'nin ben de çok ama çok ayrı bir yeri var. Okuduğum son iki kitabı ise diğerlerinin yerini kesinlikle tutmaz.


          Yazar bu kitapta tamamen kendi anılarını yazmış. Ama nedense kitap "anı" olarak değil "roman" olarak basılmış. Bu kısmı anlayamadım açıkçası.


         Kitapta, Paris ve Londra'da geçirdiği ve parasızlık çektiği dönemler anlatılıyor. Kitabın ilk bölümleri Paris'te ki hayatıyla ilgili. Orada bir otelin mutfağında bulaşıkçılık yaparak karnını doyurmaya çalışıyor. Günde 18 saat çalıştığı zamanlar oluyor. Hatta öyle ki çalışmaktan son treni kaçırıp lokantanın zemininde uyumak zorunda kalıyor.


           Paris'teki lokantaları o kadar korkunç anlatıyor ki, okuyunca iyi ki Paris'e gitmemişim ve iyi ki bir şey yememişim diye düşündüm.

           İnsanlar üç kuruş paraya saatlerce çalıştıkları için başka bir şey düşünme fırsatı da bulamıyorlar. Hatta yazara göre bu modern kölelik; saatlerce hiçbir şey düşünmeden sadece çalışmak,  çalışmak,  çalışmak... Kişiler çalışmaktan kendi sorunlarını düşünmeye dahi vakit ayıramıyorlar.


          Kitabın ikinci bölümü ise Londra'yı anlatıyor. Tam Paris'ten kurtuldu diye düşünürken Londra'da yaşadıkları Paris'i aratır hale geliyor. Londra'da berduşlar adı verilen on binlerce insan ve bunların yaşantısı anlatılıyor. Bunların yaptıkları ise; dilenmek, ayakkabı bağı satmak, sokaklara resim çizmek... vb şeyler. Geceleri ise berbat yerlerde kalıyorlar. Hele  hele fıçı diye bahsettiği yer ise berbat ötesi bir yer.



       Kitapta en çok beğendiğim kısım ise şu oldu: "İnsan hep beş parasız olmaktan korkar. Gün gelip beş parasız kaldığında ise hiçbir şey olmaz; hala ayaktasındır."

       Kitap kesinlikle okunmaya değer bir kitap, tavsiye ederim.