30 Ocak 2017 Pazartesi

Gazoz Ağacı

   Uzun süredir öykü okumuyordum. Sabahattin Kudret Aksal'la öyküye doydum diyebilirim. Kitap Yapı Kredi Yayınlarından çıkmış. Aslında üç öykü kitabını tek kitapta toplamışlar. Bu kitaplar sırasıyla; Gazoz Ağacı, Yaralı Hayvan ve Birkaç Öykü Daha.


         Öykü kitaplarını okurken daima bazı öyküleri diğerlerinden daha iyi bulursunuz. Ben de özellikle Birkaç Öykü Daha bölümünde yazılan öyküleri daha çok beğendim. Yaralı Hayvan'da "Oğul" öyküsünü çok beğendim. Birkaç Öykü Daha'da ise " Hüseyin Feyzullah'ın Evlenmesi", " Vav'lar" ve "Soyut Oda" öykülerini beğendim.

       Sabahattin Kudret Aksal'ı daha önce hiç okumamıştım. Kendisi meslektaşım sayılır. O'da İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden mezunmuş. Öykülerinin çoğu Servetti Fünun ve Varlık dergilerinde yayınlanmış. Şiirleri de olan yazarımız aynı zamanda oyun yazarlığı da yapmış.

      Öykülerinde, sıradan insanların sıradan yaşamlarını anlatmış. Özellikle psikolojik tahlillere çok önem vermiş. Öykülerini sade bir dille yazdığından, benim için okuması çok keyifliydi.

       Öykü okumayı seviyorsanız bu kitabı size kesinlikle öneririm.

27 Ocak 2017 Cuma

Şekerpare

         Son zamanlarda Üsküdar Müsahipzade Celal Sahnesi'nin abonesi olmuş durumdayım. Bu gidişle aboneliğimin uzun süreceğini düşünüyorum.

          Bu hafta gittiğim oyun Şekerpare oyunuydu. Şekerpare filmi, hepimizin konusunu çok iyi bildiği, beyazperde Şener Şen ve İlyas Salman'ı bir araya getiren, senaryosunu Yavuz Turgul'un yazdığı Atıf Yılmaz'ın yönettiği bir komediydi ( bugün olsa yine keyifle izlerim).

      

       Gelelim oyunumuza; Şekerpare oyununu hem yöneten, hem uyarlayan hem de Ziver karakterini canlandıran kişi Engin Alkan, muhteşem performansıyla sizi koltuğunuza yapıştırabilir, oyun bittiğinde de ayakta alkışlatabilir, benden söylemesi ( tecrübeyle sabit). Şunu çok rahat söyleyebilirim ki filmi güzel mi, güzel ama oyunu, inanın bana filminden çok daha güzel. Çok büyük bir keyifle izledim. Arayla birlikte toplam üç saatin nasıl geçtiğini bile anlamadım.


        Cumali karakterini Uğur Dilbaz canlandırıyor. Gözünüzü kapattığınızda Cumali'yi yine İlyas Salman canlandırıyor zannedebilirsiniz. Çünkü sesleri birbirine birebir benziyor.


      Ben oyunda Hurşit karakterini canlandıran Aybar Taştekin'i de en az Engin Alkan kadar başarılı buldum. Muhteşem bir performans sergiledi.


    Oyun, müzikal. Ben genelde müzikalleri pek başarılı bulmazdım. Ama bu oyunda başarılı buldum. Sanatçıların sesleri de performansları da çok iyiydi. Dekor, kostümler ve ışık da çok iyiydi. Başta Engin Alkan olmak üzere emeği geçen tüm oyunculara ve herkese teşekkür ediyorum; bana harika bir üç saat yaşattılar.



     Naçizane tavsiyem, bu iğrenç Türkiye gündeminde gülmek ve kahkaha atmak istiyorsanız, yani biraz nefes almak istiyorsanız, bu oyuna mutlaka gitmelisiniz. İyi ki sanat var, iyi ki tiyatro var...


19 Ocak 2017 Perşembe

Son


         Dün akşam Üsküdar Müsahipzade'deydim. Son oyununu izledim. Muhteşem bir oyundu. Tam bir Distopya. Tüylerim diken diken izledim. Hatta bir kez daha izlemeye karar verdim.



         Oyunun yazarı ve yönetmeni Özgür Kaymak. Buradan kendisine teşekkür ediyorum. Hakikaten muhteşem bir oyundu. Sözler çok etkileyici ve düşündürücüydü ( kaçırdığım sözler vardır diye tekrar izlemek istiyorum). Dekor, kostümler ve ışık harikaydı. Oyucuların isimleri yoktu; bankacı, sarhoş, çiçekçi, şanslı, kaçak...olarak adlandırılmıştı. Oyunu izledikçe neden bir isimleri olmadığını anlıyorsunuz. Çünkü bu kişilerin sadece isimleri değil, tarihleri de yok hatta kendi hayatlarına dair bir fikirleri de yok. Bir çoğu okuma yazma dahi bilmiyor.



         Dönem teknolojinin çok ileri olduğu bir dönem. İnsanlara verilen yemeklere bir şeyler katılıyor böylece herkes her şeyi unutmaya başlıyor. Her yerde alıcılar var böylece insanlar sürekli olarak kontrol ediliyor. Ama içlerinden bazıları bu alıcıların olmadığı bir yerde, kağıtların ve dosyaların arasında hem kendileri hem de yaşadıkları dünya hakkında bilgi almaya çalışıyorlar. Sistemin koruyucuları da ezbere söyledikleri sözlerden başka bir şey bilmiyorlar. Koruyucuların da isimleri yok sadece numaraları var No1, No2 ve No3 gibi. Onların da en büyük korkusu yasak olan herhangi bir şeyi yapmak. Adeta bir kukla gibi ne söyleniyorsa sadece onu yapıyor ve onu düşünüyorlar.


        Oyunda ki bir söz beni çok etkiledi. Tam olarak söyleyemeyeceğim ama hatırladığım kadarıyla şöyleydi; "Sen ben yok, biz varız, hepimiz eşitiz, ayrı anne-babalardan doğsakta hepimiz aynıyız. O yüzde sizlerin bir şey yapmasına gerek yok biz yaparız, hatta sizin düşünmenize de gerek yok, sizin yerinize biz düşünürüz. Siz hiç zahmet etmeyin. Hepimiz bu dünyada tek renk olabiliriz."


       Bireysel farklılığı, toplumsal farklılığı hiçe sayan herkesi aynılaştıran tek renk olmayı ve insanları tek bir düşünce etrafında toplamayı, farklı düşüncelere, farklı yaşantılara tahammülü olmayan bir sistem yaratılmış. İnsanları daha iyi yönetebilmek için de yemeklerine katkı maddeleri ekliyor ve insanları adeta sersemletiyorlar, böylece insanların kendilerine itaat etmesini sağlıyorlar.

     Beni büyüleyen bir oyun, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Sizlere de sadece tavsiye değil, ısrar ediyorum; bu oyunu mutlaka izleyin ve izlettirin.

16 Ocak 2017 Pazartesi

Yirminci Mil


        Trevanian'ın bu güne kadar Şibumi, İnfazcı, Kasaba ve Yirminci Mil adlı kitaplarını okudum. Hepsini de çok sevdim; bu demek oluyor ki diğer kitaplarını da alacağım ve okuyacağım.



       Trevanian yazarın takma adı, gerçek adı ise Rodney William Whitaker. Bazı kitaplarını gerçek adıyla, bazılarını Trevanian adıyla ( ki okurlar genelde Trevanian ismini bilirler), bazılarını ise Nicholas Sheare takma adıyla yayınlamış. En çok ses getiren kitabı ise Şibumi. Yazar bu kitabında dipnotlarla okurlarını sık sık uyarma gereği hisseder. Örneğin şöyle bir not düşer; "burada dağa tırmanış hakkında bilgi verilmeyecektir, çünkü daha önce ki kitabında bilgi veren yazarı okuyan okurlar aynı yöntemle dağa tırmanmaya çalışmış ve ölmüşlerdir." Bahsettiği kitap kendi kitabıdır. Benim de en çok sevdiğim kitabı Şibumi'dir. Eğer Trevanian okumak isterseniz Şibumi'den başlamanızı öneririm.



        Gelelim Yirminci Mil kitabına. Kitap gerçek hayattan alınan bir hikayeden oluşuyor. Yirminci Mil aslında bir kasabanın ismidir. Orada yaşanan bir olayı insanlardan dinler, gazetelerden araştırır biraz da kendi hayal gücünü kullanır ve Yirminci Mil'i yazar. Kitabın son yirmi sayfasında bu kitabı nasıl yazdığına, bilgileri nasıl topladığına dair de bilgiler verir.

      Kasaba kitabındaki gözlem yeteneği burada da mevcut. İnsanları öyle güzel anlatır ki kahramanlar bir bir gözünüzde canlanır. Yirminci Mil aslında terkedilmiş bir kasabadır. Terkedilmeden önce orada bir kaç ev ve hafta sonu gelen madenciler vardır. Daha sonra maden ocağı kapanır ve insanlar doğal olarak kasabayı terk ederler. Çünkü bu kasabada yaşayanların tek geçim kaynağı madencilerin alış verişidir.

        Kitap hapishanede öldürülen gardiyan cinayeti ve kaçan üç mahkumun hikayesiyle başlar.  Oradan Yirminci Mil'e atlar: Kasabaya gelen bir çocuğun Yirminci Mil'e yerleşmesi ve daha sonra kaçan mahkumların kasabaya gelerek terör estirmesini anlatır. Tam anlamıyla bir gerilim romanı diyebilirim. Gerim gerim gerinerek okudum. Çok sürükleyici olduğu için kitabı kısa zamanda bitirdim. Akıcı bir kitap okumak isterseniz Yirminci Mil'den başlayabilirsiniz. Sevgiler...


11 Ocak 2017 Çarşamba

Komik-i Şehir Naşit Bey


         Yaklaşık 20 gün önce bu oyuna bilet almıştım. Bugün gidip gitmemek konusunda kararsız kaldım ve sonunda kafam dağılsın diye gitmeye karar verdim. İyi ki gitmişim. Oyun Kadıköy Haldun Taner'de oynuyordu ( bu arada Kadıköy'ü de çok özlemişim ).



         Oyunun yazarı Gökhan Erarslan, yönetmeni Ali Yaylı, oyuncu kadrosu ise oldukça kalabalık. Oyunun konusu ise Naşit Özcan'ın hayatı. Kendisi bir tuluat sanatçısı, Selim ve Adile Naşit kardeşlerin babası, Türk Tiyatrosunun da duayen isimlerinden bir tanesi. Oyunda torunu Naşit Özcan'da  (Selim Naşit'in oğlu ) vardı. Ne mutlu O'na, dedesinin hayatının anlatıldığı bir oyunda rol aldı.


         Oyun Türk tiyatrosu hakkında bilgi verirken aynı zamanda yaygınlaşan sinema karşısında tuluat sanatının nasıl geri planda kaldığını da anlatıyor. Bir tuluat sanatçısı olan Naşit Özcan'da parlak bir kariyerden kimsenin önemsemediği ve izlemek istemediği bir sanatçı durumuna düşüyor ( herhalde bu durum, her sanatçının kabusudur). En sonunda da akıl hastanesine yatıyor. Hastanedeki arkadaşı ise Neyzen Tevfik'tir ( valla kıskandım Naşit Özcan'ı ).


        Bu arada nedir bu tuluat tiyatrosu diye merak ettim ve ufak çaplı bir araştırma yaptım: Yazılı bir metni olmayan tamamen doğaçlama olarak oynanan ve orta oyunundan etkilenen bir sanatmış. Oyunda da bol bol bu sahneler vardı, bir de benim çok sevdiğim Kanto vardı. Naşit Özcan'ın en bilinen karakteri ise İbiş'ti. Oyun içinde sık sık İbiş karakterini izledik.


      Oyunda Naşit karakterini üç ayrı kişi canlandırıyor; gençliği, yetişkinliği ve yaşlılığı olarak. Üçü de birbirinden güzel oynadı. Sahne dekoru ve kostümler gerçekten güzeldi. Hem eğlenceli hem de hüzünlendiren bir oyun. Bence mutlaka izlenmeli.

     Naşit Özcan'ın torunu da oyunda oynuyor demiştim. Kimdi bu kişi diye merak edenler için işte fotoğrafı.


    Şehir tiyatrolarına buradan teşekkür ediyorum, hakikaten güzel bir oyundu.

10 Ocak 2017 Salı

Kasaba


           Trevanian severek okuduğum yazarlardan biridir. Daha önce onun Şibumi ve İnfazcı romanlarını okumuştum. Her iki kitabı da çok beğendiğim için yazarın diğer kitaplarını da okumaya karar verdim.


       Kitaba geçmeden önce bu kitapla ilgili yaşadıklarımı yazmak istiyorum. Hayatım boyunca nesnelere ( ne olursa olsun ) uğur veya uğursuzluk diye bir anlam katmamışımdır. Bu tarz bir inancım hiç olmadı bu kitaba kadar...

       Bu kitabı ilk kez altı yıl önce okumaya karar verdim. O zaman yazlıktaydım. Hiç unutmuyorum; kahvemi, kitabımı ve eşyalarımı alıp plaja gitmiştim. Aslında yaz aylarında her gün yaptığım sıradan bir davranıştı, sadece okuduğum kitaplar değişirdi. O gün de Trevanian'ın Kasaba kitabına başladım. Sanıyorum bir on ya da on beş sayfa okuduktan sonra, hayatımda yaşadığım en travmatik olay başıma geldi. Annem denizde boğulma tehlikesi geçirmişti. O'nu hemen denizden çıkarıp hastaneye götürdük (en yakın hastane 45 dakika ötede bir sağlık ocağıydı). Oradan da Çanakkale merkezde ki devlet hastanesine ambulansla götürdük. Annem on gün yoğun bakımda kaldı. Sanırım on günde normal serviste yattı. Nitekim annem kurtuldu. Buradan Çanakkale devlet hastanesinin yoğun bakım servisinde çalışan tüm hasta bakıcılara, hemşirelere ve doktorlara tekrar tekrar teşekkür ediyorum. İnanılmaz bir ilgi ve destek verdiler bize. Neyse...

      Bu olayın ardından çok uzun süre kitap okuyamadım. Nedeni de yaşadığım olaylardı. Zaman her şeyin ilacı toparlandım ve kitaplarıma geri döndüm. Kütüphanemdeki her kitabı okudum ama elim bir türlü Kasaba romanına gitmedi.

      Yıllar sonra tekrar başladım. Yani geçen ay. Kötü bir zamanlama seçmiştim; yazılılar, performanslar... okulun yoğun dönemine denk gelmişti. Tüm yoğunluğa rağmen kitap beni hemen sardı. Eğer Trevanian okumadıysanız çok şey kaybetmişsinizdir demektir. Mutlaka okuyun derim. Okurken şunu fark ettim kitap annemle ilgili olumsuzlukları hatırlatmıyordu bana. Demek bütün travmayı atlatmıştım. Kitaptan on beş yirmi sayfa okudum ve o korkunç telefonu aldım. Halam beyin kanaması geçirmişti ve yoğun bakımdaydı. Haberi aldığımda 27 aralıktı, şu anda 10 Ocak ve halam hala yoğun bakımda, komada. Uyanmasını bekliyoruz... Canım halam uyanacak inanıyorum buna.

       Bu korkunç olay yaşandıktan sonra her anım halamı düşünmekle geçmeye başladı. Yazılı okuyorum halamı düşünüyorum, performansları veriyorum halamı düşünüyorum, derse giriyorum halamı düşünüyorum, televizyon izliyorum halamı düşünüyorum.... Yaptığım günlük işler değişmedi sadece düşüncelerim değişti uyanık olduğum her an halamı düşünüyorum. Çok zor bir dönem, ancak yaşayan bilir.

      Okulla ilgili tüm işlerimi bitirdikten sonra, kitaba yeniden başladım. Bir daha bu kitaba başlamamak için ( kitapları yarım bırakamıyorum, yıllar geçse de kafamı meşgul ediyor o kitap) kitabı okuyup bitirmeye karar verdim. Dün akşam da bitirdim.

        Öncelikle sıkı bir Trevanian okuyucusu olarak yazarın her kitabını sizlere tavsiye ederim. Benim için uğursuz olduğunu düşünsem de bu kitabı da okumanızı tavsiye ederim.

    Kitap Montreal'de Main adlı bir kasabada yaşanan bir cinayet olayını işliyor. Kasabanın polisi La Pointe adlı bir kişi. Çok değişik, sıradışı, yeri geldiğinde kanunları hiçe sayan bir kişi. Ağır bir kalp hastası olduğu için hayatının da son günlerini yaşıyor. Yazar kasabayı o kadar güzel anlatıyor ki bir film platosu gibi sahneler gözünüzün önüne geliyor. Trevanian'ın çok iyi bir gözlemci olduğunu düşünüyorum ( yazarların ortak özelliği aslında). Kasabanın papazından tutun evsiz sokakta yatan insanlarına, fahişelerine ve rahibelerine kadar her şeyi mükemmel anlatmış. Olay örgüsü de müthişti. Seviyorum Trevanian'ı.



      Kitabı okursunuz diye konusuna çok fazla girmeyeceğim. Yani suçlunun kim olduğunu söylemeyeceğim sizlere. Aslında suçlunun kim olduğu hiç önemli değil. Önemli olan La Pointe'ın kasabası ve orada yaşayan insanlar. Bunun için bile kitap okunmaya değer.

       Trevanian'la ilgili bilgiyi bir sonraki kitapta vereceğim. Çünkü bundan sonraki kitabım yine bir Trevanian olacak. Hem okuyacağım hem de halamı düşüneceğim. Kimbilir belki bundan sonraki yazımda halamın uyanışının müjdesini veririm size, inşallah veririm.

      Sevgiler...