31 Ekim 2015 Cumartesi

Fi



         Uzun süredir kitap tanıtımı yapmıyordum. Çünkü uzun süredir kitap okuyamıyordum. Türkiye gündemi çok yoğun ve acı verici olduğu için, kafamı bir türlü okuduğum kitaplara veremedim. Sonra okuldaki arkadaşlar bu kitapları bir gecede okuyup bitirdiğini söyleyince tamam dedim ben de okumalıyım. Çünkü hem akıcı olması hem de zihnimi fazla meşgul etmemesini istiyordum. Hani benim yaz kitabı dediğim kitaplardan.

          Kitap üç cilt. Şu anda ikinci cildi okuyorum. Azra Kohen ismini de ilk defa bu kitaplarda duydum, daha önce okuduğum bir yazar değildi.

          Fi oldukça kalın bir kitap, yaklaşık 600 sayfa. Kitabın başında da romanın karakter künyesi verilmiş. Bunlar; Ada, Ali, Bilge, Can Manay, Deniz, Doğru, Duru, Eti, Göksel, Kaya, Özge ve Sadık. Açıkçası karakterleri çok beğendim. Hepsi çok güzel kurgulanmış. İlk başta birbirinden bağımsızmış gibi görünen karakterler roman ilerledikçe birbirleriyle bağlantıları kuruluyor. Benim favori kahramanım bu kitapta Deniz oldu. Tam bir filozof, hayatla ilgili düşünceleri sarsıcı ve etkileyici. Göksel ise sıra dışı bir karakter. Kendisi balettir ama geceleri de çöp toplar.



            Doğrusunu söylemek gerekirse kitap beklentimden daha iyi çıktı. Ben çok sıradan, basit bir hikaye beklerken. Birbiriyle bağlantılı pek çok hikayenin  iç içe kurgulandığını ve bağlandığını gördüm. Fazlasıyla cinsellik içermesine rağmen yine de vermek istediğini verebilmiş yazar. Nedir vermek istediği derseniz? Benim anladığım insanların varoluş amacını vermek istemiş bence. Bana göre bu kitapta ki bazı karakterlerin varoluş amaçları ise; Ada'nın müzik, Deniz'in de müzik, Duru'nun dans etmek, Özge'nin gerçekleri ortaya çıkarmak ve adaleti sağlamak, Bilge'nin iyi bir psikolog olmak Can Manay'ın aşka olan tutkusu. Bir Göksel'i bulamadım dersem yalan olmaz.

            Kitapta beni rahatsız eden iki şeyi de söylemeden geçemeyeceğim. Birincisi sürekli cinsellik konusunun işlenmesi ( bence bu asıl konuyu ikinci plana atmış), ikincisi ise yazım hataları. Kitabın editörü yok muydu yahu? Bu kadar yazım hatası nasıl düzeltilmez. Okurken rahatsız oldum.

           Neyse... Kitabın konusuyla ilgili çok detay vermek istemedim, belki okumak isteyen olabilir diye.Sevgilerimle...

30 Ekim 2015 Cuma

Hayal-i Temsil

           

                28 ekim günü yarım gün tatil olduğunu duyar duymaz tiyatroya gitme kararı verdim. Şehir tiyatrolarının çarşamba saat 15'teki oyunlarından birine bilet alayım dedim. Kadıköy Haldun Taner'deki oyunu izlediğim için Üsküdar Musahipzade'deki oyunu izlemeye karar verdim. Oyunun konusunu da beğenince gitmeye karar verdim ve hemen bilet aldım.



         Oyunun yazarı Ahmet Sami Özbudak, yönetmeni Yiğit Sertdemir, sahne-ışık tasarımı Cem Yılmazer, oyuncuları Şebnem Köstem, Hümay Güldağ ve Yiğit Sertdemir.

           Oyunun konusu, makyöz olan Dikran Efendi'nin,  Afife (Jale)  ve Bedia (Muvahhit) ile ilgili anılarını yarı hayal yarı gerçek bir şekilde anlatmasıdır. Her iki sanatçının yaşamı adeta bir belgesel tadında anlatılıyor. Oyun,  iki saat otuz dakika sürüyor ve iki perde. O süre benim için su gibi aktı çünkü oyunu çok beğendim. Tiyatroyla ilgiliyseniz mutlaka ama mutlaka bu oyunu izlemelisiniz.

         Oyunculukları çok beğendim, dekoru çok beğendim , kostümleri çok beğendim, konuyu da çok beğendim. Benim için dört dörtlük bir oyundu.

          İki Müslüman Türk kadınının tiyatro aşkı, tiyatro mücadelesi ve yalnızlığı güzel bir kurguyla ve müthiş bir oyunculukla anlatılmış. Özellikle Yiğit Sertdemir'i ayrıca tebrik etmek istiyorum. Çünkü pek çok karakteri hiç zorlanmadan kolayca canlandırdı. Hatta karakterler arasındaki geçişi bile  kolayca yaptı.

          İzlenmeye değer bir oyun, kaçırmayın derim. Sevgiler...

27 Ekim 2015 Salı

Bütün Çılgınlar Sever Beni


            Cumartesi akşamı Moda Sahnesinde  Bütün Çılgınlar Sever Beni adlı oyunu izledim. Oyunun yazarı Stefan Tsanev, yönetmeni Kemal Aydoğan, sahne tasarımı Bengü Günay, oyuncuları ise; Mert Fırat, Öznur Serçeler ve Volkan Yosunlu.



            Ne yazık ki oyunun konusunu beğenmedim. Şu konuda artık ikna oldum; kadın erkek ilişkileri üzerine yoğunlaşan, aldatma, kıskançlık gibi konuları işleyen oyunları ben beğenmiyorum. Toplumsal içerikli ve özellikle kara mizah olanları beğeniyorum. Bu oyunda kadın-erkek ilişkileri üzerine kurulu bir oyundu ve beğenmedim.



           Oyunculuk konusuna gelirsek ( tabi ki bir uzman değilim sıradan bir seyirciyim), Mert Fırat haricindeki diğer oyuncuların oyunculuklarını da beğenmedim. Özellikle bayan oyuncuyu hiç beğenmedim. Oyunda konuşmalar sırasında yaşanan duraklamalar da çok can sıkıcıydı.

            Son olarak da seyirciyi beğenmedim ( ters tarafımdan kalkmadım gerçekten). Oyun sırasında gayet rahat sesli sesli sevgilisiyle konuşan seyirciyi sevmedim. En ufak bir küfür duyduğunda kahkahalarla gülen seyirciyi de sevmedim. Oyun sırasında telefonu çalan seyirciyi hele hiç ama hiç sevmedim. Bence o gün  tiyatroda gerçek bir tiyatro seyircisi yoktu.

           Unutmadan oyun sırasında arkadan gelen matkap sesi neydi yahu? Yuh artık! Sanata da saygısı kalmamış bu ustaların. Şu tiyatro salonlarının ses yalıtımının çok iyi olması gerekiyor bence. Ama ne yazık ki İstanbul'da böyle bir tiyatro salonu yok. Gidin tiyatrolara hepsinde dışarının sesini dinliyorsunuz. Hele Cevahir Sahnesinde yandaki sinema salonunun gürültüsünü duyuyorsunuz.

       Kadın erkek ilişkileri üzerine kurulu olan oyunları seviyorsanız, bu oyunu izleyin derim. İyi seyirler ve sevgiler...

25 Ekim 2015 Pazar

Bir Delinin Hatıra Defteri


          Cuma akşamı yine Tatbikat Sahnesindeydim. Harika bir oyun izledim; Bir Delinin Hatıra Defteri. Bu oyunla, Erdal Beşikçioğlu'na olan hayranlığım bir kat daha arttı. Müthiş bir performans, adeta büyülendim. Beni tek rahatsız eden şey, sahnedeki vinç oldu. Seyircinin üzerine düşer mi diye  korktum vallahi.


         Oyunun yazarı Gogol. Yanlış hatırlamıyorsam yıllar önce (sanırım liseye gidiyordum) okumuştum. O zaman da hayran kalmıştım yazara. Ama sahnede ilk kez izliyorum ( son kez olmayacak çünkü Genco Erkal'dan da izleyeceğim). Oyun yıllardır kapalı gişe oynuyor. Hatta Devlet tiyatrolarında oynarken defalarca denedim ve bilet bulamadım. Ankara'ya gidip izleyeyim dedim ama orada da bilet bulamadım.Sonunda Tatbikat Sahnesinde izleme fırsatını yakaladım. Değdi mi derseniz evet değdi. Hatta bir kez daha izlemeyi isterim.

 
       Oyunda eleştireceğim tek nokta bilet fiyatlarının pahalı oluşu. Onun dışında her şey müthişti. Oyunun konusunu tanıtım bülteninden aynen aktarıyorum:

    "Hikaye Çar 1. Nikolay'ın baskıcı devrinde yaşamış küçük bir devlet memurunun hayatı üzerine merkezlenir. Günlük formatında yazılan hikaye, baş kahraman Popriçin'in deliliğe doğru gidişini anlatır. Yaşadığı sıkıcı ve tekdüze hayata bir de müdürünün kızına duyduğu aşk eklenince içinde bulunduğu girdap iyice büyür. Aksenti ivanoviç Popçirin'in baskıcı sistemde boyun eğmeme çabaları ve yaşadığı psikolojik gel-gitler kendisini İspanya Kralı sanmasına kadar devam eder ve akıl hastnesine kapatılmasıyla son bulur."



20 Ekim 2015 Salı

Antabus


        Kuzenim Mehtap bu oyuna tam üç kere gitmiş. Geçen yıldan beri ne zaman tiyatro konusu açılsa "Fatoş Abla bu oyuna mutlaka gitmelisin"deyip durdu. Geçen yıldan not almıştım oyunu, sonunda cumartesi akşamı izledim. Buradan öncelikle Mehtap'a , sonra da oyunda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Cumartesi günü birbirinden güzel iki oyun izlemiş oldum.


             Oyun Levent'te Tatbikat Sahnesi'nde sahneleniyor. Oyunun Genel Sanat Yönetmeni, Erdal Beşikçioğlu, Yazarı Seray Şahiner, Yönetmeni, İlham Yazar, Oyuncusu Nihal Yalçın, Müzik, Ali Erel ve Işık Tasarımı Başak Vural'a aitmiş.

              Oyuna geçmeden önce biraz salondan ve sahneden bahsetmek istiyorum. Çünkü bildiğimiz klasik tiyatro salonu değildi. Sahne salonun hemen hemen her yerine kurulu olan ve bir birine bağlantılı podyum benzeri bir şeyden  oluşuyor ( valla podyum kelimesi yerine ne kullanabilirim diye çok düşündüm ama bulamadım, yine en iyi podyum anlatır gibi geldi). Seyirci koltukları 360 derece dönebilen koltuklar olduğu için salonun her yerini görebiliyorsunuz. Salonun bu durumu ve seyirci koltukları oyuna güzel bir hava katmış bence ( değişiklik her zaman iyidir). Belki anlatamamışımdır diyerek aşağıya sahnenin fotoğrafını koyuyorum.


            Şimdi gelelim oyunun konusuna: Türkiye'nin kanayan yaralarından biri olan kadına şiddet, oyunun işlediği ana konu. Leyla Taşçı ailesiyle birlikte İstanbul'a taşınan, bir konfeksiyon atölyesinde işe giren, orada tecavüze uğrayan ama bunu ailesine anlatamayan genç bir kızdır. Hamileliğiyle durum ortaya çıkar ve aile Leyla'yı kendisinden yaşlı bir kumaş tüccarıyla evlendirir. Ailesinde gördüğü şiddetten kaçmak için evlenen Leyla, denize düşerken yılana sarıldığını daha sonra anlar. Eşi alkoliktir ve sık sık Leyla'yı döver. Her hafta defalarca eşinin tecavüzüne uğrar. En sonunda Leyla Taşçı ve eşi gazetelerin üçünce sayfasına konu olurlar. Şimdi konuyu okuduğunuzda çok acıklı diyebilirsiniz. Haklısınız ama konu kara mizah olarak işlendiği için bir trajedi izlemiyorsunuz.


            Oyunculuk konusunda Nihal Yalçın müthiş bir performans sergiliyor. Tek kişilik oyun olmasına rağmen asla sıkıcı değil. Oyun tek perde ve bir saat otuz beş dakika kadar sürüyor. Az kalsın unutuyordum. Oyunun ismi bir ilaç ismi aslında. İnsanlara alkolü bıraktırmak için verilen bir ilaç, Leyla Taşçı'nın gizli gizli kocasına verdiği ilaç.

         Oyun başlamadan önce koltuğunuzda bu ilacın prospektüsünü görürseniz şaşırmayın. Bence bu oyunu da kaçırmayın. Sevgiler ve iyi seyirler...

19 Ekim 2015 Pazartesi

Eğer Bu Bir Film Olsaydı


              Cumartesi gününün neredeyse  yarısından sonrası tiyatrolarda geçti. Oyunlardan biri Ankara katliamından dolayı iptal edilip ertelenmişti. İlk önce başka bir tarihe düşündüm. Ama baktım saatler çakışmıyor iki oyunu da aynı gün çıkardım. İkisi de birbirinden güzeldi, bu da harika bir cumartesi geçirmemi sağladı. İyi ki sanat var, iyi ki tiyatro var.

             Gelelim gittiğim ilk oyuna... Öğleden sonra Üsküdar Stüdyo Sahnesi'nde oynanan "Eğer Bu Bir Film Olsaydı" oyununa gittim. Dekor sade bir ev dekoruydu. Oyunun konusu, Yugoslavya'da ki iç savaşı anlatıyordu. Bu savaşın komşulukları nasıl ayırdığını insanları birbirinden nasıl kopardığını ve bir ailenin savaş sırasında yaşadığı açlığı, korkuyu anlatıyordu.


               Oyunun yazarı Almir İmsireviç, çevirmen ve yönetmen Bilge Emin, dekor tasarımı Nurettin Özkönü, müzik Çağrı Beklen'e (müzikler müthişti) ait. Oyuncular ise; Burak Şentürk, Mine Tüfekçioğlu, Burak Altay, Gönen Aykaç, Barış Bağcı, Berk Sezenler, Emre Yeşilöz.


 
            Oyununu anlatıcısı, ailenin büyük oğlu Alaaddin'dir. Alaaddin Yugoslavya'da yaşananları anlatırken bir yandan da Dünya'da yaşanan önemli veya önemsiz olayları da sıralar ( ünlülerin yaptığı evlilikler gibi). Bence bu anlatı oyuna zenginlik katmış. Hani Alaaddin anlatmasaydı oyun bu kadar ilgi çekici olur muydu bilmem?  Neyse...
       
         Oyunculuklar muhteşemdi. Ailenin yaşadığı çaresizliği çok güzel anlatmışlar. Özellikle anne-baba rolünde yer alan kişileri çok beğendim. Buradan diğer oyuncuların kötü olduğu anlamı çıkmasın tam tersine hepsi iyiydi. Ama en iyileri bence onlardı.

       Oyun yoğun bir duygusallık içeriyor. Öyle ki oyun bitip de selam verirken bile bu duygusallık hem seyircide hem de oyuncularda devam ediyor (  ya da ben öyle hissettim).  Hatta oyundan çıktıktan sonra Üsküdar meydana yürüyene kadar da bu duygusallıktan çıkamadım.

       Oyun bir perde ve bir saat on dakika sürüyor. Müzik ve oyunculuk açısından bu oyunu mutlaka izleyin derim. Sevgiler...

         

5 Ekim 2015 Pazartesi

Spor ve Beslenme Günlüğü 6 / Karatay Diyeti



         Uzun süredir bu konuyla ilgili bir şeyler yazmak istiyordum, kısmet bugüneymiş. Karatay Diyeti'yle ilgili en son yazımı  23 Mart 2015 tarihinde yazmışım. Yazımı tekrar okuyunca çok uzun zaman geçtiğini fark ettim.



       Aslında Karatay Diyeti demek yerine Karatay Beslenmesi demek bana daha doğru geliyor. Çünkü bu bir diyet değil, sağlıklı beslenme biçimi. Buradan Canan Karatay Hoca'ya teşekkür etmek istiyorum. Hayatımda ilk kez bir beslenme şeklini hiç zorluk çekmeden rahatça uyguladım. Arada bir kaçamaklarım oldu ama çoğunlukla Canan Hocanın önerdiği şekilde beslendim. Daha önceki yazımda 9 kilo verdiğimi yazmışım. O günden bugüne bu sayı 17 kiloya çıktı. Evet yanlış duymadınız tam tamına 17 kilo verdim.

              Bu işin görünen kısmı. Bir de kimsenin fark etmediği ama benim farkında olduğum değişiklikler de var:

  •  Bunlardan biri uykum düzene girdi ( bundan önce ciddi uykusuzluk yaşıyordum). 
  • İkincisi, acıktığımda yaşadığım sinirlilik hali ortadan kalktı, el ayak titremelerim ve bayılacakmışım hisleri tamamen yok oldu. 
  • Üçüncüsü enerjim iki katı arttı, eskiden kronik olarak sürekli yorgunluk hissederdim. Şu anda pek çok iş yapıyorum üzerine spor yapıyorum buna rağmen yorgunluk hissetmiyorum.
  •  Dördüncüsü nefesim açıldı; eskiden biraz yol yürüsem ya da merdiveni çıksam nefes nefese kalırdım, şimdi o durumda da ciddi düzelme var. Hatta yazlıktaki 160 merdiven her seferinde mola vermeden çıktım herhangi bir tıkanmada yaşamadım.
  • Beşincisi yüzümde herhangi bir çökme olmadı ya da vücudumda sarkma meydana gelmedi ( sanırım bunda her gün düzenli yaptığım yürüyüşlerin de çok katkısı oldu).
  • Altıncısı ve sonuncusu da selülitlerimde ciddi azalma oldu.
         Beni uzun süredir görmeyenler çok şaşırdılar. Hatta görünümüm pek çok kişinin hoşuna gittiği için çevremdeki kişilerin bazıları da bu diyete başladı. 

         Şu anki durumuma gelecek olursam; ben bu beslenmeyi hayat boyu sürdürmeyi düşünüyorum, çünkü kendimi çok sağlıklı hissediyorum. 

          Sizlere de sağlıklı ve hafif günler dilerim. Sevgiler...
         

4 Ekim 2015 Pazar

İnsan Ne İle Yaşar



           Pazar günümü harika bir kitapla geçirdim. Bir günde bitiriverdim kitabı. Tolstoy'un İnsan Ne İle Yaşar kitabı, kişisel gelişim tadında bir kitap.

        Açıkçası Tolstoy'un böyle bir eseri olduğunu bilmiyordum. Okuldaki edebiyat öğretmenimiz Birgül Hanım sayesinde öğrenmiş oldum. Kitap 125 sayfa, yazı puntoları büyük olduğu ve konuları akıcı olduğu için çabuk okunan bir kitap. okuduğunuzda da iyi ki okumuşum diyeceğiniz bir eser.

         Yazar,  kitaptaki hikayeleri kutsal kitap metinlerinden esinlenerek oluşturmuş. Hayat dair derin mesajlar içeren hikayeler bunlar. Büyüklere masallar bile diyebilirim... Bence alın bu kitabı her gece bir hikayesini okuyarak, kendinize masal anlattığınızı hayal edin. Böylece uykuya dalmadan önce bilinçaltınıza çok güzel mesajlar göndermiş olursunuz.

        Kitap toplam beş hikayeden oluşuyor, bunlar:

          1. İnsan Ne İle Yaşar
          2. Üç Soru
          3. İnsana Ne Kadar Toprak Lazım
          4. Tanrı Gerçeği Bilir, Ama
          5. Tek Bir Kıvılcım Tüm Evi Kül Eder

         Bu hikayelerin her birisinde hayata dair çok güzel mesajlar var: Mesela An'ı yaşamak, Düşmanlarımızı affetmek, Hırsa kapılmamak gibi...

           Kitabın Türkçesi İhsan Özdemir'e ait. Çeviri hakikaten çok önemli çevirmen sayesinde kitap zevkle okunuyor. Buradan çevirmene de teşekkür etmek istiyorum.

           Son olarak hepimizin masallara ihtiyacı var. Bu nedenle bu kitabı mutlaka okuyun diyorum. Sevgiler....

Köprüden Görünüş



                Dün akşam itibarıyla tiyatro sezonunu açmış bulunmaktayım, çok özlemişim. İstanbul'un en güzel semti ( bana göre tabiii) olan Kadıköy'de güzel bir cumartesi akşamı Oyun Atölyesi'nde Köprüden Görünüş adlı oyunu izledim. Oyun bu sezon oynanmaya başlamış.



           Doğrusunu söylemek gerekirse giderken biraz tedirgin gittim. Çünkü Oyun Atölyesi'nde izlediğim oyunların oyunculukları çok iyi olmakla birlikte, oyunların konusunu genelde beğenmez oluyorum. Bu oyunda hem oyunculukları hem de konuyu çok beğendim.

          Oyunun geneline baktığımızda son derece sade bir dekoru vardı. Oturmak için konulmuş iki sıra,  arkada bir duvar ve ortasında kapı bulunan bir dekor. Duvarın üzerindeki karışık çizilmiş olan resimler dekora hem bir liman havası  hem de eski bir mahallenin duvarları izlenimini veriyordu. Sahne tasarımı Zerrin Tekindor'a aitmiş.

           Oyunun yazarı Arthur Miller, Yönetmeni Hira Tekindor ( anne oğul oyuna baya zenginlik katmışlar diyebilirim). Oyunculuklara baktığımda sahnede ki en küçük rolden en büyüğüne kadar çok iyi buldum. Sadece oyunun anlatıcısı olan kişinin dil sürçmeleri oldu, hatta bir ara repliğini mi unuttu diye düşünmedim değil. Genç oyuncuların oyunculuklarını gayet iyi buldum. Yeni nesilden çok ama çok iyi oyuncular geliyor, şanslıyız yani :)


           Oyunun konusuna gelecek olursak; Amerika'da bir liman işçisi olan Eddie'nin karısı İtalya'ndır ve İtalya'dan kuzenleri gelir. Amerika'ya kaçak olarak girerler amaçları çalışmak para kazanmak ve ailelerine destek olmaktır. Kuzenlerden küçük olan Eddie'nin karısının yeğenine aşık olur ve evlenmek ister. Ne yazık ki Eddie bu durumdan çok rahatsız olur çünkü itiraf edemese de aslına eşinin yeğenine tutkuyla bağlıdır.

           Oyunun ikinci perdesinde aksiyon baya yükseliyor. Bu zor sahnelerde bile oyuncuları çok başarılı buldum.

             Ben tiyatro sezonumu açtım darısı başınıza diyorum :) hangi oyuna gideyim diye düşünürseniz bloğumu inceleyebilirsiniz ya da bu oyunla açılış yapabilirsiniz. ( Reklam da yapmış oldum böylece :) )