5 Mayıs 2016 Perşembe

Sana Gül Bahçesi Vadetmedim


       Uzun süredir bloğuma bir şey yazamamıştım. Zaman zaman kitap okumalarım yavaşlıyor hatta bazen hiçbir şey okuyamıyorum. Sanırım yine böyle bir dönemden geçiyorum. Bu kitap çok uzun süre elimde kaldı, hatta bitiremeyeceğimi dahi düşündüm. Ama azmin elinden hiçbir şey kurtulmuyor. Sonunda dün akşam kitabımı bitirebildim.

       Kitap yazarın kendi hastane anılarında esinlenerek yazdığı bir kitapmış. Şizofren bir kızın ailesiyle ama daha çok kendisiyle yaşadığı ilişkiyi anlatıyor. Kitabı okurken ailenin çok geri planda kaldığını fark ettim. Deborah'ın hastanede yaşadıklarını ve  kendi düşsel dünyasını anlatıyor. Bir yandan da Furi adını verdiği doktoruyla yaşadığı terapi seansları anlatılıyor. Her psikoloji öğrencisinin mutlaka okuması gereken kitaplardan biri. Hem şizofrenin ne olduğunu hem de şizofren bir insanın ruh halinin nasıl olduğunu öğreniyorsunuz. Şizofreni parçalanmış kişilik bozukluğuymuş. Kitabın kahramanı da kendi dünyasıyla bu dünya arasında sıkışıp kalan ve sık sık krizler geçiren bir genç kız. Terapistinin kendisine söylediği sözler kitabın ismini oluşturuyor. Terapist "Sana gül bahçesi vadetmiyorum" diyerek beklentisini yüksek tutmaması gerektiğini, bu hastalıkla ömür boyu yaşamak zorunda olduğunu hatta bu hastalıkla yaşamaya alışması gerektiğini söyler. Nitekim Deborah'ta da bir iyileşme olmaz aslında sadece bu hastalıkla birlikte yaşamayı öğrenir. Bunda da gayet başarılı olur. Liseyi bitiremeyen kahramanımız kitabın sonunda lise bitirme sınavlarından yüksek puanlar alarak okulundan mezun olmayı başarır. En önemli özelliği ise mükemmel resimler çizmesidir. Bir ruh hastasıdır ama aynı zamanda yetenekli ve üstün zekalı bir kişidir.

        Kitapta en etkileyici bölümler ise D koğuşunda yaşananlardır. D koğuşu, ağır hastaların gönderildiği bir koğuştur. Hastaların hemen hemen hepsi birbirinden kopuk kendi dünyaları içinde yaşayan, anlık tepkiler veren, şiddete eğimli kişilerden oluşuyor. Herhangi bir ego problemleri olmadığı için şiddete uğrayan da şiddet uygulayan da yaşanan tüm olayları hemen unutabiliyorlar. Kısa kopuk iletişimler de gerçekleşiyor hastalar arasında ama bu genelde kısa vadeli oluyor. Deborah'la Carla'nın ilişkiside bu şekilde. Sosyal yaşamdan korktukları için hastaneden kaçmak gibi bir düşünceleri yok. Hatta iyileşip normal hayata dönenleri çok merak ediyorlar ve kendilerinin bu duruma gelmesinden zaman zaman koruyorlar. Deborah'ın terapistine güvenmesi ve kendi içinde yaşadığı iç dünyasını paylaşması iyileşmesi için önemli bir adım oluyor ( dediğim gibi iyileşmek değil aslında, bu karışık iç dünyaya ve halüsinasyonlarla birlikte yaşamayı öğrenmek). Kitabı okurken özellikle terapistin sabrını ve iletişimini çok beğendim. Tarapistin (Doktor Furi), Deborah'ın iç dünyasında oluşturduğu yabancı dili dahi öğrenmesi ve hastasıyla bu şekilde iletişme geçmesi hayranlık vericiydi. Deborah'ın yepyeni bir dil yaratması ise bana O'nun üstün zekalı oluşunu düşündürdü. Nitekim öyle olsa gerek.

       Kitap kasvetli ama güzel. Psikolojiye ilginiz varsa okumanızı tavsiye ederim.

1 yorum:

burcu dedi ki...

Lise yıllarımda okuduğum bir kitaptı. Kitabın ismini hiç unutamadım hem çok iddialı bir ismi olduğundan hem de o dönemde beni hayli etkilemiş olmasından kaynaklı.

Yorum Gönder