30 Aralık 2015 Çarşamba

Günün Şiiri / Nazım Hikmet/ Don Kişot


2015'in son şiiri yine büyük ustadan olsun istedim. 

DON KİŞOT

Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun ve kahraman Rosinant'ı.

Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,

yel değirmenleriyle dövüşülecek.

Haklısın, elbette senin Dulsinya'ndır dünyanın en güzel kadını,
elbette sen haykıracaksın bunu

bezirganların suratına,

ve alaşağı edecekler seni

bir temiz pataklayacaklar seni.

Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin

ağır, demir kabuğunun içinde

ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek...

Son(suz) Öykü


           Karlı bir kış günü Kadıköy'ün yolunu tuttum ve Haldun Taner'de Son(suz) Öykü oyununu izlemeye gittim. Oyuna geçmeden önce şunu demeden duramayacağım. Kar, en çok İstanbul'a yakışıyor. Şu anda dışarıda lapa lapa kar yağıyor, muhteşem bir görüntü var.

          Gelelim oyunumuza: Oyunun yazarı Jose Sanchis Sinisterra, çevireni Esen Özman, yönetmeni Arif Akkaya, oyuncuları ise Jülide Kural ve Ayşegül İşsever. Oyun iki perde ve iki saat sürüyor. Öncelikle oyunculuklar enfes. İzlerken müthiş etkilendim. Her iki oyuncu da birbirinden iyi. Duygudan duyguya gayet rahat geçiyorlar. Tebrik ediyorum her ikisini de muhteşem bir performans sergilediler.


          Oyunumuzun konusu da oyunculuklar kadar etkileyiciydi. 20 yıl önce kapanan, hatta yıkılıp yerine otopark yapılmak istenen bir tiyatro ve bu tiyatroda yaşayan iki oyuncu kadının öyküsünü anlatıyor. Bir yandan tiyatrodaki eserleri korumaya çalışıyorlar bir yandan da tiyatroyu kurtarmak için planlar yapıyorlar. İkisi de çok yaşlanmıştır. Hem gençliklerini hem geleceklerini konuştukları diyaloglar gerçekten çok iyiydi. Hem birbirlerine katlanamıyorlar hem de birbirleri olmadan yaşayamıyorlar.

        Çok ama çok başarılı bir oyundu. Tavsiye ederim, mutlaka izleyin...

         

29 Aralık 2015 Salı

Yakıcı Sır


          Yine bir Stefan Zweig kitabıyla karşınızdayım.Böyle kısa kısa romanlar okumak hoşuma gitti . Çeviri ve konu da güzel olunca nasıl başlıyorum nasıl bitiriyorum anlamıyorum. (Çevirmen İlknur İgan)

         Bu kitabı,  yazar küçük bir çocuğun bakış açısından anlatmış. Bence kitabın asıl etkileyici yönü de bu. Kitabın ismi Yakıcı Sır, aslında sır,  çocuk için geçerlidir. Okuyucu için herhangi bir sır yoktur.

        Kitap, annesiyle birlikte bir otelde kalan küçük bir çocuğun, bir baronla arkadaşlığıyla başlar. Aslında baronun niyeti çocukla arkadaşlık kurmak değildir, baronun asıl amacı çocuğu kullanarak annesine yakın olmaya çalışmaktır. Bunu da başarır. Annesiyle baron arasında bir ilişki doğar. Çocuk her ikisi arasında bir şeyler olduğunu bilmektedir ama bunun aşk olduğunu anlamamaktadır. Hatta bir gece Baron'un annesine sarılmasını ve ısrarlı davranmasına tanık olunca onu katil zanneder.  Annesini öldürmesin diye de barona saldırır. Tam çocuk bakış açısı. Hakikaten güzel bir kitap.

           Kitap 88 sayfa ve su gibi akıcı. Kısa romanlar okumayı severseniz tavsiye ederim. Sevgiler...


28 Aralık 2015 Pazartesi

Don Kişot / Don Kihote


          Bu kitabı yıllar yıllar önce okumuştum. Şu an net hatırlamıyorum belki lise yıllarımda belki de Ortaokul yıllarımdaydı. O zaman okuduğumda Don Kişot'un deliliği bana sıkıcı gelmişti. Hatta kitabı sevmediğimi de hatırlıyorum. Şimdi ise tam tersi duygularla kitabı okudum. Nasıl severek okudum anlatamam size. Meğer ne sıcak hikayeleri varmış, meğer Don Kişot'un deliliği ne kadar saf ve dürüstçeymiş, meğer Sança Panza ne kadar saf ve bilgeymiş....Bu şekilde daha çok cümle sıralayabilirim.

       Bendeki baskısını tavsiye etmem size, Yapı Kredi Yayınlarından çıkan iki ciltlik eseri  tavsiye ederim. Yaptığımız kitap toplantısında söylenen bazı bölümleri ben okumamıştım, çünkü bendeki kitapta yoktu. Bu nedenle tavsiye etmiyorum.

         Çocukluk yıllarında okuduğumda bana en saçma gelen bölüm yeldeğirmenleriyle yaptığı savaş bölümüydü. O bölümü de çok eğlenceli buldum. Ama aslanlarla savaştığı bölüm beni daha çok etkiledi.

         Gelelim kitabın konusuna Don Kişot ( aslında okunuşu Don Kihote'ymiş, hepimiz yanlış telaffuz ediyormuşuz.) aristoktrat sınıfından şövalye kitaplarını okumaktan zevk alan bir kişidir. Bir gün okuduğu kitapların etkisinde kalır ve kendisini bir şövalye zannetmeye başlar. Sanço Panza, Don Kihote'nin toprağında yaşayan fakir bir köylüdür. Tek istediği şey bir Ada sahibi olmaktır. Don Kihote'nin kendisine Ada vaat etmesine inanarak ( Don Kihote kandırmamıştır, gerçekten vaat etmiştir) efendisinin peşine düşmüş ve değişik maceralara atılmıştır. Don Kihote'nin yaşadığı bu delilikten kurtarmak isteyen dostları ve akrabaları vardır. Onlar önce kitapların etkisinden kurtulsun diye evdeki tüm şövalye kitaplarını yakarlar, sonra da şövalye kılığına girip O'nu yeniden eve götürme yolları denerler. Kitapta beni en çok üzen bölüm ise Dükle Düşes'in Don Kihote ve Sanço Panza'yla dalga geçtikleri bölüm oldu. Başkalarının maskarası haline dönmeleri gerçekten acı vericiydi.


       Kitap,tarihteki ilk roman olarak adlandırılıyor. İspanyol yazar Miguel de Cervantes tarafından yazılmıştır. Kendi ülkesinde ilk basımı  1606 yılında olur. Bazı edebiyatçılara göre bu romanı okumayan kişi gerçek anlamda roman okumamış demektir. Ne kadarı doğru bilemem ama tarihteki ilk roman olması açısından ve içeriğinin zenginliğinden dolayı bence her kitap kurdunun okuması gerekir.

        Biraz da yazar hakkında bilgi vermek istiyorum. İspanya'nın hatta Avrupa'nın ilk roman yazarı olarak bilinmesine rağmen denemeleri ve çeşitli tiyatro eserleri vardır. Madrid'te bir yaralama olayına karışır. Verilen cezaya göre sağ kolu kesilir ve İtalya'ya sürgüne gönderilir. Daha sonra Haçlı Ordusu'na katılır ve Osmanlılarla savaşırken esir düşer. Esir olduğu dönemde Cezayir'de yaşar. Defalarca kaçmaya çalışır ama başarılı olamaz. Dolandırıcılıktan dolayı hapishaneye girer ve ünlü eseri Don Kihote'yi de hapisteki yıllarında yazar. Don Kihote'yle kendisi arasında benzerlikler olduğu söylenir. Okuduğum internet sitelerinde farklı bilgiler var. Mesela bazı sitelerde savaş sırasında sol elini kaybettiği yazıyor. Hangisi doğru bilemeyeceğim artık.

        Son olarak eser,dünyada en çok okunan eserler arasındaymış. Bence sizde okuyun, emin olun Don Kihote ve Sanço Pança'nın saflıklarına çok gülecek ve zaman zaman da acıyacaksınız. Sevgiler...

27 Aralık 2015 Pazar

Gömülü Şamdan



        Geçen cumartesi Harbiye'deki Kitap-Kahve-Çikolata Festivali'ne gittim. Tam bir hayal kırıklığıydı. Daha çok kitap, kahve ve çikolata stantları bekliyordum ama çok azdı. Buna rağmen kitap görünce dayanamayan ben hemen üç tane satın aldım. %30 indirim sözüne kapıldım ve İş Bankası Yayınları'ndan Stefan Zweig'ın üç kitabını satın aldım. Eve gelip İnternet fiyatlarını görünce de üzüldüm. Bir daha satın aldığım bir şeyin İnternetten ya da başka bir yerden fiyatına bakmayacağım. Bu arada Berna'da (arkadaşım) Stefan Zweig'ın dört kitabını satın aldı. Okuduklarımızı birbirimizle değiş tokuş yapacağız. Böylece 2016 yılı bol bol Stefan Zweig okuyacağımız  bir yıl olacak.

         Daha önce Stefan Zweig'ın üç kitabını okumuştum. Biri Dünün Dünyası (herkese şiddetle tavsiye ederim, okuduğum en güzel kitaplardan biriydi. Yazar kendi hayat hikayesini anlatır bu kitapta), diğeri Satranç ve sonuncusu ise Bir Kadının Yirmi dört Saati kitaplarıydı. Hepsini de çok severek okudum. Hal böyle olunca yazarın diğer kitaplarını da okuma listeme ekledim.

            Gömülü Şamdan 110 sayfalık bir roman. Bir kitap kurdu için bir günlük bir kitap aslında. Konusu ve dili de akıcı olunca insan kitabı elinden bırakamıyor.

            Kitabın konusu ise 455 yılında Yahudi cemaatine ait bir şamdanın Roma'nın yağmalanması sırasında  vandalların eline geçmesidir. O dönemin yaşlıları bu yedi kollu şamdanın peşinden giderler, giderken de yanlarında olaylara tanık olsun diye yedi yaşında bir çocuk götürürler. Çocuğun adı Benjamin'dir. Şamdanı denize kadar takip edebilirler. Kıyıda tekneye konulan şamdanın gidişine tanık olan yaşlılar zamanla birer birer ölürler. Kala kala şamdanı gören sadece bir kişi kalır o da Benjamin'dir. Benjamin 88 yaşına geldiğinde Bizans İmparatoru vandalların elindeki bütün değerli eşyalara el koyar. Bunların içinde yedi kollu şamdan da vardır. Yaşına rağmen Benjamin İstanbul'a gelir ve Bizans İmparatoru'na yalvarır. Bizans İmparatoru da şamdanı Kudüs'e göndermeye karar verir.


           İmparatorun kuyumcusu bir Yahudidir. Şamdanın bire bir kopyasını yapar ve Kudüs'e kopya şamdanı gönderir. Asıl şamdanı ise Benjamin'e verir. Yahudilerin bir toprağı ve vatanı olmadığı için Benjamin bu kutsal emaneti gömmeye karar verir. Çünkü ancak o zaman şamdan güvende olacak ve Yahudilerin bu talihsiz kaderi de belki değişecektir. Şamdanın gömülü olduğunu da cemaatin içinde sadece Benjamin ve kuyumcu Zekeriya bilecektir. Şamdanın gömülü olduğu yeri ise Benjamin'den başka bilen yoktur. Benjamin üstüne düşen bu görevi gerçekleştirir gerçekleştirmez yani şamdanı gömer gömmez ruhunu Tanrı'ya teslim eder. Böylece şamdanın gömülü olduğu yer hep sır olarak kalır.

        Ben yazarı çok sevdiğim için eserlerini de severek okuyorum. Bu nedenle sizlere de tavsiye ederim. Zweig'ın bütün eserlerini okuyun. Unutmadan, kitabın çevirmenine de teşekkür etmek istiyorum. Regaip Minareci'ymiş çevirmeni. Herkese sevgiler...
   



         

26 Aralık 2015 Cumartesi

Ayaktakımı Arasında


          Sanırım on beş yıl kadar önce İstanbul Devlet tiyatrosunda Aziz Nesin sahnesinde izlemiştim bu oyunu. Yıllar sonra şehir tiyatrolarında tekrar izleme fırsatı yakaladım.

         Oyunun yazarı Maksim Gorki, yönetmeni Orhan Alkaya. Oyuncu kadrosu ise oldukça kalabalık.
         Oyunun konusuna gelecek olursak; konu Rusya'da han tipi bir yerde yaşayan değişik sınıflardan insanların hikayelerini anlatmaktadır. İçlerinde baron, müzisyen, aktör, hırsız, tatar ve de bu hanın sahipleri vardır. Dışarıdan da sürekli bir insan kalabalığının sesi gelmektedir. Sanırım bu sesler Rusya'nın çalkantılı dönemini vermek istemektedir. Seslerden Rus devriminin olduğu dönemi de düşünebiliriz. Zaten bir baron ayak takımının içine düşüyorsa muhtemelen devrim olmuş demektir.
       
            Aslında her bir karakterden bir oyun çıkarılabilir. Oyunun o kadar zengin bir konusu var. Oyun,  tiyatroda klasik eserlerden biri olarak gösterilmekteymiş.

           İki perde ve iki saat süren bu oyunun şehir tiyatrolarında ilk sergilenişi ise ekim 2015'te olmuş. İzlemenizi tavsiye ederim.

7 Aralık 2015 Pazartesi

Kuvayi Milliye Destanı

         
             Cumartesi Üsküdar'da Kuvayi Milliye Destanı'nı izledim. Muhteşemdi! Dekoru, kostümleri, ışığı ve oyunculuğu hepsi birbirinden iyiydi.



                 Kuvayi Milliye Destanı, Lise yıllarında defalarca ama defalarca okuduğum, her okuduğumda da ilk kez okuyormuş gibi duygulanıp etkilendiğim bir kitaptır. Savaşa halkın gözünden bakan her kitabı sevdiğim için bu kitabı da çok sevmiş ve defalarca okumuştum. Hele kadınlar şiiri en sevdiğim şiirlerdendir, bunu bloğumda da paylaşmıştım.Okumak isterseniz http://derdestfikirler.blogspot.com.tr/2014/02/kadnlarmz-nazm-hikmet.html buradan bakabilirsiniz.

        Nazım Hikmet,  bu şiirleri gerçek yaşam öykülerinden esinlenerek yazmış, böyle olunca tabi daha etkileyici oluyor. Burada kahramanlar "Anadolu halkı", yani komutanlar veya devlet adamları değil. Bu açıdan beni çok etkiliyor.

        Şiirlerin konusu , halkın emperyalizme karşı gösterdiği mücadeledir. Bu eser, edebiyatımızda ulusal kurtuluş savaşını anlatan ve edebi değeri en yüksek olan, en önemli eserlerden biriymiş (Neden bu kadar etkilendiğim şimdi anlaşılıyor).

        Eğer şiir şeklinde oyunları sevmiyorsanız gitmeyin derim. Ama 'tarihi,  Nazım şiirleriyle dinlemek isterim' derseniz bu oyunu kaçırmayın derim. İyi seyirler...